9 Ağustos 2011 Salı


İyi hissetmiyorum bu aralar kendimi.
Yosun bağlamış değil,
Çiçek açmış hiç değil.

Bir tıkanıklık. Hiç sormayın. Midemde bir bulanıklık.

'Bul'antı, bul-mak kökünden mi geliyor diye düşünüyorum. Bilirsiniz ya, sular bulanır, durulur ve sonra arananlar bulunur.

Bulantı. Aldı yürüdü.
Kulaklarım bulanıyor.
Bir gece vakti, iş vakti, eş vakti, dost vakti. Bulantı, her yerde.
Sarte başını sallıyor, beni onaylamasından imtina ediyorum.

Her olumsuz sözü, davranışı, tutumu olumluya çevirme uğraşı yoruyor. İncitiyor, kanatıyor. İçimi dağlıyor. İçimi parçalıyor. Paramparça ediyor.

Kendi kendi ile çelişir hale gelmek. Olmaz. Değmez.
Kendine rağmen olmaz.
İnan, değmez.

Bu uğraşı bırakıyorum. Olduğu gibi öylecene yere bırakıyorum. Zira, trifaze regülatörlük olumsuzu mükemmel bir şekilde sana çekiyor.

Artık durumlara odaklanıyorum. Fırsata çevireceğim projelere. Kendimi koruyorum. Kolluyorum. Seviyorum.

Bir keresinde Nedim "Buraya düşmüşüz bir kere. Toprağın altına girdiysen ya çürüyüp ceset olacaksın, ya da tohum. Ben tohum olmaya çalışıyorum. Tohum kalmaya... " diye söylemişti Ece'ye. Ece ise güzel kalemi ile yazmıştı bunları. Nedim'in sözlerini hatırlıyorum sık sık.

Tohum olmaya, tohum kalmaya çalışıyorum.

Dün, Venezüella Simon Bolivar Senfoni Orkestrası'nı dinlemeye gittim.
Jose Antonio Abreu 1975de Venezüellanın fakir çocuklarından bir orkestra kurmaya başlıyor. 11 çocuk ile başlıyorlar bugün 350.000 çocuğu müzisyen yapıyorlar, iş ve aşk sahibi yapıyorlar.

Gördüm ki dünyada olumlu işler var. Olumlu iş üretenlar var. Hala, insanlık için hayal kuruluyor. Hala, hayaller gerçekleşiyor.

Jose Antonio Abreu'nun hayal gücüne, insan sevgisine ve sebatine, Gustavo Dudamel'in yaptığı işe aşkına, çocukların -ki konsere gelenler kocaman olmuşlardı:)- yüzündeki neşeye hayran kaldım.

Hiç yorum yok: